2023’ten 3 Film

 Merhaba bu pazar bir film inceleme/öneri bloğu ile karşınızdayım. 2023 yılında izlediğim 3 filmi kısaca değerlendirip filmleri neden önerdiğimi anlatacağım. Filmler hakkında yazmaya başlamadan önce küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum. Ben hayatta genel olarak hikayelere odaklanırım, hikayesi olan her şeyin biraz daha ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bu filmleri önerirken ve daha sonra herhangi bir filmi incelerken de tamamen hikâye üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Zira film sonuçta bir hikayedir, başı sonu belli ve birbiri ile bağlantılı olmalıdır. Mükemmel kameralarla çekilmesi veya oyuncuların harika oynaması ikincil nedenlerdir bir filmin güzel olması için.

 

1.     Oppenheimer

Tamamen kronolojik bir sıra kullanmak istediğim için bu filmi ilke yazdım. Her ne kadar 2023 yılında çok büyük bir patlama yapıp hemen hemen her yerde popülerleşen ve herkes tarafından konuşulan bir film olsa da Oppenheimer’ın bu pazarlama başarısı Barbie filmi ile aynı anda ortaya çıkmasına da bağlı oldu, Barbie’de bir o kadar Oppenheimer sayesinde ünlendi. Zira insanlar bu iki filme aynı gün veya çok yakın aralıklarla gitti ve hatta iki filmin adından oluşan Barbienheimer kelimesini türettiler. Hollywood’un çok başarılı yönetmeni ve çok iyi bir oyuncu kadrosunu birleştiren Oppenheimer konuya ilgisi olmayanlar için çekilmesi çok zor bir film olabilir. Zira benim izlediğim salonda biri filmin en az yarısını sinemada uyuyarak geçirdi.

Filmin bir Oppenheimer meşrulaştırma aracı olabileceğini düşünerek izlemeye başladım fakat tam olarak öyle olmadığını fark etmek kısa sürdü. Oppenheimer filmde (sonuçta bir belgesel değil) hayatının en önemli olayı ve onu aslında tanımamızın sebebi olan Atom Bombası projesine yaptığı katkı ve ondan sonra hükümet tarafından başına gelenler üzerinden kurgulanan bir hikâye olarak bize sunuldu ve oldukça başarılı, birbiriyle bağlantıları tam ve güçlü olan bir hikaye olduğunu da belirtmem gerek. Elbete hikâyede bazen canavar bazen haksızlığa uğramış bir insan olsa da Oppenheimer’ın da bombadan sonra kişisel dünyasında tam olarak ne yaşadığını bilmek imkânsız. Zira kendisinin çok çarpıcı bir hayatı olduğunu ve bazen ün/başarı için bazı küçük dokunuşlarla prensiplerden vazgeçebildiğini görüyoruz. Fakat her ne kadar bombanın başarılı testinden sonra “Ben dünyaları yıkan ölüm” oldum dediğini söylese de bunun için duyduğu pişmanlığı bence yeterince görmüyoruz. Elbette bir insan hakkında bunları yazmak, söylemek ve yargılamak kolay. Ama insan film bittiğinde Oppenheimer’ın çok ciddi bir travma yaşadığına yeterince ikna olmuyor. Bir eylem adamı da olan Oppenheimer bombadan sonra pişmanlığı için bir eylemde bulunsa acaba nasıl hatırlanırdı diye düşünerek buldum kendimi, eğer gerçekten pişmansa.

Kısaca film oldukça ilgi çekici, izleyiciyi hikâyeye çeken ve sürekli soru sorduran bir yapıt olmuş. Sadece bu sebeplerden bile filmi izlemeyi önerebilirim. Ama izlerken sadece hikâyeye kapılmak yerine filmde çizilen portreyi masum veya suçlu ilan etmeden bir insanın iç dünyasında neler yaşayabileceği hakkında düşünmek gerek.



2.     Kuru Otlar Üstüne

Nuri Bilge Ceylan sineması ile çok geç tanışan biri olarak uzun zaman sonra sinemada vizyona giren bir filmine apar topar gittim. İlk olarak Bir Zamanlar Anadolu’da filmini ve daha sonra Ahlat Ağacı’nı üst üste izlemiş kendi hayatımdan ve genel olarak çevremde yaşananlardan o kadar çok şey bulmuştum ki, bir insanın benim farkında olduğum ama dile getiremediğim sorunları, sevinçleri, hüzünleri ve gerçekleri bu denli çarpıcı bir şekilde izlemek beni hem mutlu edip hem de sarsmıştı.

Kuru Otlar Üstüne filmine de bu sebepten dolayı gittim ve film beklentilerimi tekrar tekrar karşıladı. Filmin geçtiği soğuk, hayatın zor olduğu ve dünyanın geri kalanından bağımsız kendi gerçekliğini yaşayan bir küçük köy ve köyün bağlı olduğu ilçe büyükşehirlerde doğup büyümeyen herkesin kendine dair bir şeyler bulabileceği mekanlar. Yıllarını bambaşka bir gerçeklikte yaşayan ve o köye mecburen gönderilen ve mecburiyetinin bitmesine içten içe gün sayan bir öğretmen ve onun çevresinde gelişen hikâye, her ne kadar uzun ve bazı yerler birbirinden bağımsız mı kalacak hissini başta uyandırsa da sonunda kendi yolunu buluyor ve bize biraz ucu açık bir son bırakıyor. Ama ucu açık sonun sebebi hikâyenin bağlanamamasından değil, gene o filmin karakterlerinin iç dünyalarındaki niyetleri tamamen okuyamamaktan kaynaklanıyor. Yani öğretmen öğrenci ilişkisinde öğretmenin de öğrencinin de bazı davranışlarının sebebini anlamak biraz zor oluyor. Sonunda hepimizin mutlu günlerimizde ve vedalara yakın zamanlarda içimize doğan her şeyin üstünü örtme ve sevinçle her şeyi affetme/unutma huyumuz tekrar ortaya çıkıyor. Böyle olunca da her şey biraz havada kalıyor, çünkü tam anlamıyla bir yüzleşme affetme/unutma isteklerimizin arasında kaybolup gidiyor.

 


3.     Ölümlü Dünya 2

Yazını son filmi bir komedi. Ölümlü Dünya’yı ve oyuncu/yönetmen/senarist kadrosunun hemen hemen çektiği her şeyi severek izleyen sadık bir izleyicileri ve Ölümlü Dünya 1’in harika bir film olması nedeniyle hemen bu filmi de izlemeye gittim. Nitekim ilk filmde John Wickvari bir şekilde paspasla adam öldüren Serbest’in elimde kırık paspala yaptığı konuşma asla hafızamdan silinmedi ve aynı sahneyi defalarca izledim.

Açıkçası ilk filmden sonra ikinciyi çekmenin çok zor bir iş olduğunu düşünüyordum. Çünkü ilk film az çok bir final yapmıştı. Fakat senaristler, hikâyeyi ikna edici bir biçimde döndürüp tekrar o kadar saçma ve sıkıntılı bir maceraya atmayı başarmışlar aileyi. Açıkçası bu filmi izlerken insan daha çok gülmeye odaklanıyor. Bu yüzden filmin kendisi hakkında kötü bir şey varsa öne çıkarmak veya genel incelemesini yapmak zor oluyor. Çünkü filmin kendisi de çok ciddi bir mesaj içermiyor, güldürüyor ve kendine has izleyici kitlesi ile bağını kurmaya devam ediyor.

Her ne kadar gene çok güzel ve izlenirken asla sıkılmayacak, beklentileri karşılayan ve güldüren bir film olduysa da ilk film ile aynı kaliteyi tutturamadığını söylemek gerek. Bunu söylerken de ilk filmin nostaljikliği/romantizminden ziyade bu filmde yapılan esprilerin ve sahnelerin saçmalığının aynı kalitede olmadığını belirtmek gerekir. Ayrıca filmi çekerken daha sonra Doğu Demirkol’un kendisinden de duyduğumuza göre başka bir planlama varmış ama Doğu Demirkol ile oyuncu kadrosunun programı nedeniyle Demirkol’un sahneleri bambaşka bir şekilde kurgulanmak zorunda kalınmış. Bence bu zaten filmin kalitesini düşüren en temel neden. Çünkü her en kadar kaçırılan aile ferdi olsa da Doğu Demirkol’un sahneleri hiç olmasa ve çocuk yakalanmış olduğu ima edilse bile film hiçbir şey kaybetmez. İlk film gibi olmasa da Ölümlü Dünya 2 kendi sevenleri tarafından gene de izlenip beğenilecek bir film. Çünkü zaten kendisi ile yarışıyor ve kendisine karşı daha kötüye gitmiş.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Pazar Okuması: Darwin ve Osmanlılar, Alper Bilgili

Neden Geri Kaldık?

Benim Gözümden Memleketim: Cizre