2025’ten 3 Oyun 3 İzlenim


Geçen sene severek izlediğim 3 tiyatro oyunu hakkında yazmıştım.  Bu sene daha fazla oyuna gitme imkânı yakaladım, fakat aralarında gene en çok 3 oyunu beğendim. Tam iki gün önce artık tiyatro sahnesine çıkma fırsatımı başka nedenlerle bir kenara bırakmış olsam da sonuçta tiyatroya küsmedim ve severek izlemeye devam edeceğim.

Tekrar etmekte fayda var. Tiyatro her ne kadar bir sahne performansı olsa da bir hikâye anlatma yoludur. Bu yüzden eğer hikâye yeterince iyi değilse tiyatro oyununun dekoru, kullanılan kostümler, oyuncuların performansı bir yere kadar oyunun kalitesini götürebilir. Bu yüzden iyi yazılmış bir oyun, biraz da iyi yönetilirse dekorsuz bile oynanınca kendini izletebilir, vermek istediği fikri seyirciye iletmekte zorluk çekmez.

Oyunlarımıza geçelim.

 

1.     Öteki

Uzun zaman sonra, Ankara’daki en güzel Devlet Tiyatrosu sahnelerinin başında gelen Cüneyt Gökçer’de zor da olsa tiyatro bileti buldum. Oyunun ne olduğuna bakmaksızın, sahnenin bana yakınlığı nedeniyle bileti alıp Öteki isimli bir oyuna gittik. Dostoyevski’nin kısa romanı olan Öteki ile aynı ismi taşıyan bu oyun, Ayşegül Özçelik tarafından yazılan bu oyun, Devlet Tiyatrolarında yıl boyu sergilendi. Öteki, gittiğim çoğu oyunun aksine büyük bir dramı işliyordu. Komedi oyunlarından çok daha zor oynanan bu tür, sahnedeki oyuncuların büyük başarısı senaryonun tutarlılığı ve yönetmenin başarılı kurgusu olmasa sizi sıkabilecek bir yere çok çabuk evrilebilirdi. Zira eğer havanızdaysanız, kötü bir komedi oyunu bile sizi güldürür ve tatmin olmuş bir şekilde oyundan çıkarsınız.

Öteki, biraz Frankenstein-vari (çok büyük ihtimalle çok etkilenmiş olmalı Ayşegül Çelik bunu yazarken) bir hikâyeyi, uzak diyarlarda yaşanmış gibi anlatırken, bence Anadolu motifleri ile çeşitlendirip, bir nevi yerli bir Frankenstein hikayesi ortaya çıkarmış. Oyunu izlerken, bir toplumda farklı olanların nasıl hissettiklerini ve toplumun çoğunlukta olanlarının onlarla empati kurmak yerine, onları dışlamayı hatta öcüleştirmeyi nasıl tercih ettiklerini tekrar tekrar görüyorsunuz. Dünyada hoşgörünün düşük seviyelere indiği bir dönemden geçerken bu oyunu ne kadar kişi izlerse toplum için o kadar iyi olur.

Oyun hakkında son bir not: Katmanlı bir sahne kullanıyor oyun. Ön tarafta ana olaylar olurken bazen arkada iki ayrı katmanda birileri yolculuk ediyor, aşağıya iniyor, tartışıyor. Bu katmanlardaki küçük detayların da çok iyi işlendiğini ve hikâyenin geri kalanı ile bir bütünlük oluşturduğunu da ifade etmek gerekir.

2.     Ivan İlyiç’in Ölümü

Tolstoy mu Dostoyevski mi tartışmasına gerek bile duymadan Tolstoy’u sıkıcı ve aşırı didaktik bulduğumu da göz önünde bulundurarak gittiğim bu oyun Tolstoy’un aynı adlı romanından çevirme bir uyarlama oyun. Öncü Alper tarafından uyarlanan oyunun başrolünde, Yakin Tiyatro’nun büyük ihtimalle en iyi oyuncusu Çağlar Maçkalı var. Tolstoy’u sevip sevmeme konusu bir kenarda dururken kendisinin elinden çıkmış bir hikâyenin tutarsızlıkla veya bütünlükten uzaklıkla suçlanamayacağı da bir gerçek. Bu yüzden Ivan İlyiç’in ölümü hikâye olarak zaten sorunsuz. Bence bu yüzden uyarlaması da kolay olmuştur. Sahneye aktarımı sırasında da bir sorun görmediğimi ifade etmeliyim. Genel olarak sıkılmadan izlediğiniz güzel bir oyun. Kitabı okuyup giderseniz, belki tekrarlar sizi sıkabilir. Ama kendi çapında küçük bir tiyatro olan Yakin Tiyatro’nun bu oyunda çok iyi bir iş çıkardığını ifade etmek gerekir.
Ivan’ı oynayan Çağlar Maçkalı’nın oyunculuğu, izleyen herkesi mest ediyor. Sonunda sahneden sahte bir hıçkırıktan ziyade gerçekten döktüğü göz yaşları, yüzündeki ifadelerle Ivan’ın nasıl bir acı çektiğini harika bir biçimde aktarıyor. Yardımcı oyuncu ve Ivan’ın eşini oynayan Zeynep Dizer’in oyunculuğu takdire şayan.

Oyunda aklıma takılan tek şey, uşağın durup dururken bir şeyler yemesiydi. Biraz komik bir öğe olarak da hikâyeye renk katmış olabilir. Ama aklıma Seinfeld dizisinde Jerry ve George’un, bir dizi yapma fikirlerini anlatırken verdikleri örnek geldi. Jerry bir dizi yapıp bir ulusal televizyon kanalına satmanın peşindedir. Fakat dizi hiçbir şey ile ilgili olmayacaktır. George bu durumu anlatırken “Mesela yemek yiyecekler oyuncular” diyor. TV yetkilileri şaşkınlıkla ekranda yemek yemenin çok da doğru olmadığını söylerler. Daha sonra Two and Half Men gibi bazı dizilerde yemek sahnelerinin çoğunda kimsenin ağzına tek bir lokma götürmediğini fark ettim ve gözler önünden bir şeylerin yenilmesinin, özellikle canlı bir performans sırasında çok iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum. Ama Allah’tan uşak, portakal dilimlerin yutarken ne fışkırttı ne de boğazına takıldı. Komik bir öğe olarak kaldı.

3.      Kan Kardeşler

Kan Kardeşler, hayatımda izlediğim ikinci müzikal oldu. Üniversite yıllarında (yani milattan önce 350’de falan) Hayvan Çiftliğinin bir müzikalini izlemiştim Çukurova Üniversitesi tiyatro festivalinde. Ne kadar beğenmediğimi kelimelerle ifade edemem. Fakat müzikale bir şans daha vermek istedim. Gene Devlet tiyatrolarından çıkan bir oyun olan Kan Kardeşler, Willy Russel’ın bir oyunu. İkiz doğuran bir kadının bir çocuğunu birine vermesiyle iki kardeşin hayatlarının nasıl farklı ilerlediğini anlatan bir oyun. Fakat oyunun daha 15’inci dakikasında neler olup bittiğini tamamen anlıyorsunuz. Oyunda çok fazla bir sürpriz yok, çoğu ülkenin yerel sinemalarında göreceğimiz türden oldukça vasat bir hikâye.

Fakat oyunun her anında, en doğru dakikalarda giren çok iyi bir orkestra, oyuncuların seslendirmeleri oyunun izlenirliğine büyük katkıda bulunuyor. Orkestrayı normal bir zamanda gidip oyun olmadan bir konser gibi bile dinleyebilirsiniz. Oyunun anlatıcısı Alpay Ulusoy’un da sesini, bir hikâye anlatıcısı olarak çok beğendiğimi eklemem gerekir.  Alpay Ulusoy herhangi bir şeyi anlatırsa kesinlikle kendini dinletir. Son olarak Zeynep Yalçın Gören’in sahneden her ayrılışında yepyeni bir kostümle gelip hiç sorun yaşamadan hemen adapte olması, büyük ihtimalle sahne arkasında çok az dinlenip bu denli iyi bir iş çıkarması da takdire şayandı.

Hikayesi zayıf, ama gösterisi iyi bir oyundu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olan Biteni Kaçırma Keyfi Üzerine

Proust Anketi ve Benim Cevaplarım

Yüzyıllık Yalnızlık'a Veda