Albert Kahn Müzesi - Paris'in Müzeleri 1

 

Merhaba,

Paris’te olduğum sürece 12 ayrı müzeyi gezip, oradaki eserleri, müzeyi gezerken düşündüklerimi ve çektiğim fotoğrafları burada sizlerle paylaşacağım. Keyifli okumalar.


İlk durağımız Paris şehir sınırlarının 3 km ötesinde, Boulogne-Billancourt banliyösünde bulunan Albert Kahn Müzesi veya Fransızcasıyla Musee Departmental Albert Kahn. Albert Kahn müzesi sadece kapalı bir müze değil, çok daha ilgi çekici ve güzel olan bir bahçeye ve bahçe içerisinde de küçük destinasyonlara sahip bir durak. Müzenin girişi 9 avro, her ayın ilk pazar günü tüm halka ve turistlere girişler bedava. İçeri girdiğinizde sizi karşılayan sıcakkanlı ve daha da önemlisi İngilizce konuşan bir resepsiyonist bu bilgileri verip, elinize bir harita tutuşturuyor. Hemen sağa dönüp binanın dışarıdan göründüğü gibi ince uzun bir mimarisi ve çok tavanları olduğunu fark ediyorsunuz. Sadece dışarıdan bakarken bile çok ilgi çekici bir tasarımı olan bu müze oldukça teknolojik ve modern bir yer. 2022 yılında 4 yıllık renovasyondan sonra tekrar açılmış. Oldukça temiz, sakin ve ışıklandırması yağmurlu bir Paris havasında size huzur verir bir şekilde tasarlanmış. İçeriye çok az doğal ışık giriyor, karanlık duvarlara yansıtılmış lambalar, ilk önce sizi fotoğrafçı Luiz Braga’nın Güney Amerika’nın fakir ve sıcak hayatını gösteren sergisiyle baş başa bırakıyor. Genellikle insan fotoğrafları çeken Luis Braga oraya yabancı biri gibi kaldığını gösterir gibi. Fotoğraflarda olan insanlar, başka dünyadan gelmiş birine şaşkınlıkla bakıyorlar ve onu merak içinde izliyorlar gibi. Bazı fotoğrafçıların eserlerinde, fotoğrafçı her ne kadar oraya ait olmasa bile, sanki oradanmış ve her şey doğalmış gibi gösterebiliyor. Ama Braga’nın fotoğrafları tam tersi bir etki uyandırıyor. Birkaç eserden oluşan sergiyi hızlıca geçiyorum. Londra’daki Tate Müzesi, müze gezen bir insanın tablolara ortalama 8 saniye baktığını yazıyordu. Her esere daha uzun baktım. Ama asıl merak ettiklerim için biraz acele ettiğimi söylemeliyim. Çok az ileride, karanlık bir duvarda yüzlerce küçük kareden oluşan bir fotoğraf sergisi sizi karşılıyor. Müzenin asıl olayı bu zaten. Serginin adı Archives de la Planète yani Gezegen Arşivleri. Adı üstünde, dünyanın dört bir yanından binlerce fotoğrafın bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş bir sergi. Bu fotoğraflar 2006 yılında dijitize edilmiş ve bugün artık Albert Kahn Müzesinde sergilenmekte. Ayrıca bu fotoğrafların da orijinal filmleri müze ana binasının dışında bahçede başka küçük bir binada tutulmakta. Dokunup bakamıyorsunuz tabi ki bozmamak için ama en azından gidip görebilirsiniz. İlginç bir biçimde aynı binada Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasını isteyen bir grubun manifestolarını okudukları bir anın fotoğrafı ve bazı haritalar var. Fakat binanın içindeki uzun masada, Albert Kahn’ın daha önce fotoğrafçıları toplayıp, hangi bölgelere gideceklerini tartıştığı masa gibi tasarlandığını okuyorsunuz. Keyifli akşam yemekleri eşliğinde böyle bir proje geliştirmek güzel olmalı. O dönemde Bologne-Billancourt’un şimdiki halinden bile daha sakin bir yer olduğunu tahmin ediyorum. Büyük bir arazi ve bahçede akşamları oturup dünyanın fotoğraflarını çekmeyi planlamak, dünyayı köşe bucak gezecek insanları bulup onları nasıl fotoğraflar istediğini anlatmak oldukça güzel bir hobi olmalı. Neyse Albert Kahn’ın kendisine birazdan geliriz. Önce müzeyi bitirelim. Fotoğraf arşivi gerçekten etkileyici çok güzel eserler var. Eserlerin önemli bir kısmı (veya benim gözüme çarpanlar) Asya’dan. Moğolların yaşamları, Japon veya Çin tapınakları, Hindistanlı köylülerin bayağı fotoğrafı var. Genellikle insanların çekildiği fotoğraflar göze çarpıyor. 1909-1931 yılları arasında bu fotoğrafların çekildiğini ve bazı yerlerde henüz fotoğraf makinesinin ne olduğunu bile bilmeyen oldukça sayıda insan olduğunu göz önünde bulundurunca fotoğraflardaki yer yer şaşkın bakışlar da içten gülüşler de garipsenmiyor. Düşünsenize 100 yıl önce küçük bir şehirdesiniz ve tanımadığınız, size benzemeyen bir insan geliyor ve fotoğraf çekiyor. Böyle bir şeyle karşılaşınca verilecek tepki ne olurdu diye insan düşünmeden edemiyor. Artık biz çok az şeye şaşırıyoruz. Ama 100 yıl önce böyle bir şey yaşasaydık tepkimiz, sevinç olsun şaşkınlık olsun çok daha büyük olurdu.


Fotoğrafların hemen yanında oval bir dijital sergi var. Burada en ilgimi çeken şey, bu oval serginin ortasında yer alan Albert Kahn’ın ilişki içinde olduğu insanların bir tür sergisi vardı. Ortada Albert Kahn’ın bir portresi ve iki yanında altlı üstlü onlarca insanın portresi vardı. Politikacılardan sanatçılara uzanan geniş bir yelpazede tanıdığı insanların sergisiydi. Buradayken bir sürü isme özenle baktım. En ünlüsü filozof Henri Bergson’du. Bergson ile Kahn’ın çok iyi bir ilişkisi varmış. Ama aklıma bambaşka bir şey geldi.


 Albert Kahn bir bankada işe başlamış, zamanla büyük bir sermaye edinmiş bir insan, bir finansör ve bankacı aslında. 1929 yılındaki büyük buhranla hiçbir üretime dayanmayan tüm sermayelere olduğu gibi onun da tüm işleri iflas etmiş ve bayağı parasız kalmış. Zaten 11 yıl sonra Almanlar Fransa’yı işgal ederken ölmüş. Doğal yollardan tabi ki. Bir intihar veya katledilme değil. İlginç olan şey ise şu. Albert Kahn aslında günümüzün tam kelime anlamıyla bir networkçüymüş. Network insanı, yürüyen bir LinkedIn aslında. İlişki kurduğu, tanıdığı, yemeğe davet ettiği, bazen projelerine maddi yardımda bulunduğu ama onun da başka şekilde onlardan yararlandığı bir network insanı. Ve şu an müzesi onun bu networkçü yanını çok büyük bir ustalık eseri olarak önümüze seriyor. Albert Kahn nasıl zengin oldu konusunu çalışmadım doğrusu, ama çok iyi ilişkiler kurduğu kesin. Bu ilişkileri onu Büyük Buhran sonrası ne kadar korudu o da bambaşka bir hikâye. Burada kendisinin bir biyografini verme niyetinde değilim, zaten o kadar da araştırmadım. Ama insan tanımanın, insanlarla konuşmanın ve onlardan faydalanmanın başarılı bir örneği olarak Albert Kahn’ın da hakkını teslim edelim.


Müze binası küçük. Çıkıyorum, hafif bir yağmur var. Bahçe uçsuz bucaksız gibi görünmüyor. Hemen bir Japon bahçesi esintisini görüyorsunuz. Çünkü giriş kapısı Japonya’daki örneklerinin bir kopyası gibi. Küçük bir gölet var. Bütün Google fotoğraflarında görünen ve herkesin fotoğrafını çektiği küçük kırmızı köprü göze çarpıyor. Bahçenin dar ve örüntüyle dizilmiş yeşil ve siyah taşlı yolları bahçenin her tarafını sizi gezdirmek için tasarlanmış. Geri dönmek zor, ama gitmek istediğiniz her yere de çıkıyor yol. Daha sonra sera evi, yukarıda bahsettiğim fotoğraf filmlerinin olduğu gibi diğer binalara da gene çeşit çeşit bitkilerin, çiçeklerin, çok iyi bakımı yapılmış çimlerin arasından üstünden veya yanından geçerek gidiyorsunuz. 4 hektarlık alanda, yağmurun yağmasına rağmen dingin bir yürüyüşün ve temiz havanı tadını çıkardım. Japon mimar Kengo Kuma tarafından tasarlanan müzenin en güzel yanı açıkçası bu bahçe. Albert Kahn zengin bir adam. Parası var ve 12 fotoğrafçıyı toplayıp dünyanın kendince ilginç olan yerlerinin fotoğraflarını gününün en iyi teknolojik aletleri ve metotlarıyla çektirmiş. Bu elbette kötü bir şey değil. Fotoğraflar da gerçekten güzel. Ama bu tabi ki zenginseniz olabilen bir şey ve bundan 100 yıl öncesi için çok büyük bir fikir. O anın şartlarıyla düşünmeye çalışmak, fotoğraflara öyle bakmak gerekiyor. Kendisinin entelektüel derinliği hakkında ciddi bir fikir sahibi olmak çok zor. Ona ait olduğu söylenen ve duvarda yazılı bir söz vardı. “Sizden gözlerinizi geniş geniş açmasını istiyorum sadece” diye. Açıkçası çok aforizma gibi gelmedi. Belki de ben fazla ön yargılıyım bir bankerin müzesini gezerken. Bütün bunları da ancak temiz hava eşliğinde yanında geçtiğim rengarenk çiçekler ve ilginç ağaçlara bakarken düşündüm. Nilüferleri tanıdım sadece. Sonra içime bir hüzün çöktü. Kayıp Zamanın İzinde’in okuduğum bölümlerinde Marcel Proust’un çiçekleri nasıl sayabildiğini, ağaçları nasıl betimlediği geldi aklıma. Çok basit düz bir ağacı bile bu kadar güze anlatmak için dünyaya nasıl bir gözle bakmalıydım? Çok sevdiğim ama o kadar kıskandığım Proust gibi etrafımı anlatamayacağımı ve asla onun kadar güzel yazamayacağımı düşünmenin hüznüydü bu çöken. Güzel bir bahçede yürürken insanın aklına ne düşeceği asla bilinmez. Albert Kahn müzesinden çıkınca, daha çok yazmaya karar vermiştim. Belki size başka bir ilham verir, kim bilir?


İki hafta sonra Marmottan-Monet müzesiyle karşınızda olacağım.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Proust Anketi ve Benim Cevaplarım

A Year with Cats

Yüzyıllık Yalnızlık'a Veda