En Büyük Kaygısı Estetik Kaygı Olan Birine Saygı Göstermeli miyiz?
Merhaba arkadaşlar,
Bugün burada biraz kişisel ama bence hayatımızda hepimizin karşılaştığı
türden bir konuya değinmek istiyorum. Önce bu başlıktaki soruyu sormaya neden
gerek duyduğumu açıklayayım.
Ben üniversitede, lisans ve yüksek lisans dönemlerimde herkes gibi
kişiliğimi, fikirlerimi ve hayatımı daha çok oturtmaya başladım. O dönemde
edindiğim arkadaşlar, okuduklarım, takip ettiğim olaylar, meraklarım gelişmeye
başladı. Daha doğrusu bu konularda daha fazla fırsata da erişme imkanım oldu.
İlk kez doğru düzgün bir tiyatro, gerçek bir sinema salonu, daha büyük bir
kütüphane, farklı yerlerden gelmiş insanlara erişme imkanım oldu. Elbette
bunları olabildiğince kendime göre kullandım, kendi fikirlerimi geliştirmeye,
değiştirmeye ve dönüştürmeye başladım. Aynı zamanda sosyal medya ve internetin
gittikçe yayılmasıyla bulunduğum yerde erişemediğim onlarca insana, yüzlerce
kitap ve yazıya, filme diziye eriştim. Bütün bunlarla birlikte, gezerek,
insanları tanıyarak, konuşarak ve tartışarak var olan fikri dünyamın kökten
değişimlere uğradığı dönemlerden geçtim. Sonunda, en azından artık bugün
geldiğim noktaya bütün bunların da katkısıyla geldim. Dünyaya bakışım,
fikirlerim, varsa prensiplerim, dünyayı okuma şeklim, zevklerim ve beni ben
yapan her şey bu dönemlerde şekillenmeye başladı. Bu şekillenmeden sonra
zamanla, tıpatıp aynı düşünmesek de, birbirine yakın şeyler düşünen, benzer
pencerelerden dünyaya bakan bir grup insan ile arkadaşlık kurmaya başlıyorsunuz.
Daha sonra, sosyal medyada sevdiğiniz, fikrine önem verdiğiniz insanları, sizi
genel olarak onaylayan veya size benzer noktalardan dünyayı yorumlayan
insanları takip etmeye başlıyorsunuz. Kendi doğrularınızın, bu doğrular
gerçekten dünya için doğru olsa bile, sürekli tekrarlandığı, sizin gibi
insanların var olduğu ve sizin gibi düşünmeyenlerin ise ikna edilmesi veya
umursanmaması gereken insanlar olduğu fikri bazen kanıksanabiliyor. Zaten bu
gerçek zamanla akademik çalışmalara da yankı odaları terimiyle girdi.
İnsanların sürekli kendi fikirlerini onaylayan ve onlar gibi düşünenleri takip
ettikleri yerler yankı odaları. Bazen genel olarak medya için bazen de sadece
sosyal medya için kullanılan bir terim. Ama bu yankı odaları, sadece sosyal
medyada kalmıyor bence. Hayatımızda da zamanla insanları eleye eleye, seçe seçe
çevremizi kendimize göre şekillendiriyouzr. Ama bu her zaman ve her yer için
geçerli değil. Örneğin küçük ve görece kaçıp yalnızlaşabilme şansınızın az
olduğu bir yerde bu oldukça zor. Elinizdeki insanlar ne düşünüyorsa nasıl
olurlarsa olsunlar onlarla yaşamak ve onlarla ileitşime geçmek zorunda
kalıyorsunuz.
Büyük şehirlerin kalabalığında yalnızlaşmak da insan seçmek de daha kolay.
İlginizi çeken bir tiyatro kulubüne gelecek insanların profili veya
takıldığınız bir mekandaki insanların profili ile ortalama aşağı yukarı aynı
sizin profiliniz gibidir. O da olmazsa kendi inisiyatifinizle kurabileceğiniz
kendi topluluğunuz kesinlikle size benzer olacaktır. Okuduğunuz kitaplar,
zevkleriniz, gittiğiniz yerler, gezdiğiniz şehirler ve hayattan aldığınız tat
bile zaman zaman birbirine benzeşebilir. Kendi fikri dünyamızla da benzeşen
insanlar ile nerdeyse her olayda en azından prensip olarak aynı sayfada
oluyoruz böylece. Fikir ayrılıkları genellikle daha küçük oluyor. Prensipler ve
temel noktalar aynı kalıyor. Düşünce sistemimize yakın insanlarla ilişki kurmak
zaten daha kolay, ama onları bulunca hem acıların hem de sevinçlerin birden
ortaklaştığı ve paylaşmanın kolaylaştığını hemen fark ediyorsunuz. Böylelikle
oldukça rahat ettiğimiz, dünyadaki tüm sorunlara karşı en azından bizim gibi
düşünen benzer çözümlere inanan insanların var olduğunu gördüğümüz steril bir
çevremiz oluyor. En azından benim için hep böyle oldu.
Fakat artık hayata atılmak ve tanımadığınız ve yabancısı olduğunuz
şehirlerde bambaşka yerlerden gelmiş ve seçme şansınızın olmadığı insanlarla
muhatap olmak zorunda olduğunuz kışın sıcak yazın soğuk olan binalarda
çalışamaya başlama zamanı geliyor. Sizin insanlarınız dağılıyor. Artık beraber
yaşamak zorunda olduğunuz, fikirlerinize ve bütün hayat değerlerinize tamamen
ters insanlarla aynı mekanı paylaşmak zorunda kalıyorsunuz. Elbette bu durumda,
hoşgörünüzün sınırları zorlanıyor, tartışmanın bile artık anlamsız olduğu fakat
her şeye rağmen çekmek zorunda olduğunuz bu fikri “çilenin” bir gün son bulması
umudu dışında elinizde çok az şey kalıyor, sabretmek dışında. Fakat kendi
fikirlerinizden kısmen esneme yapsanız, karşı tarafı kötü emelleri olduğuna
yani dünya için savunduğu görüşlerin kötü olduğunu tamamen kani olsanız bile
dinlemeye başlar ve anlamaya çalışırsanız, bazı durumlarda karşı tarafın
düşüncelerinin kök nedenini anlayabiliyor, yer yer hoş görmeye bile başlayabiliyorsunuz.
Ama bunların sınırları var.
İşte bu sınırlardan birinin bu yazının başlığındaki sınır olduğunu
düşünüyorum. Herkesin kabul edeceği önemli bir gerçekliğin içindeyiz.
Yaşadığımız ekonomik sistem yalnızca ekonomik bir sistem değil. Sosyal,
siyasal, kültürel yansımaları olan her alana sirayet eden ve kendi kurduğu standartların
birer doğa yasası gibi kabul edilmesi gerektiğini muazzam bir propaganda ile
aşılayan bir gerçekliğin içindeyiz. Bu gerçeklik, bize eğer bir şey başkaları
tarafından iyi görünüyorsa, onlar veya çoğunluk tarafından onaylanıyorsa ancak
o zaman olumlu bir sıfata layık görülebileceğini aşılıyor. Bir bilimsel
çalışmanın bile değeri sadece ürettiği ekonomik değer veya var olan sosyal
değerlerin kutsanmasına yardımcı olması halinde yararlı olduğu düşüncesi hakim.
Bir insanın belli başlı fiziki özelliklere sahip olması ve bu fiziki
özelliklerin iyi bir makine ile fotoğraflandığında güzel görünmesi halinde
güzel olduğu kabul ediliyor. Bir şeyi yapmanın kendisi değil, bunu güzel
gösterebilmenin, bir yemeğin tadının değil, onun sunumunun güzel olması artık yemeğin
kalitesini belirliyor. Yediğimiz güzel bir yemeğin yalnızca iyi fotoğraflanıyor
olması bile bizi mutlu etmeye yeter. Ödediğimiz büyük miktarda paraya rağmen
yemeğin tadının iyi olmaması ama bizim o mekanda o yemeği yiyor olabileceğimizi
fotoğrafladığımız gerçeği bizim ve yemeğin değerini belirliyor. Kısacası artık
dışardan nasıl göründüğü dışında hiç birşeyin önemi yok.
Büyük ihtimalle bu söylediklerimin hiçbiri hiç kimse için bir yenilik
değil. Eee ne olmuş? Yani ne var bunda? Yeni bir şey yok ki? sorularını çok
doğal karşılıyorum şu an. Kesinlikle haklısınız. Bunlar yeni şeyler değil.
Fakat bunun farkında olmak ve bunun akıntısına kapılmak var bir de kendimizi -
şartlar ne olursa olsun, propaganda ne kadar ağır olursa olsun - bundan
sakınmaya, o istenilen makul insan olmamaya çalışmak var. Ben olmamaya
çalışmanın saygı duyulması gereken bir pozisyon olduğunu düşünüyorum. Bunu
kısaca açıkladıktan sonra başlıktaki sorunun da cevabına en son değineceğim.
Yukarıda yazdıklarımın farkında olduğumuzu düşünüyorum. Bize dışarıdan, hiç
bir zaman içimizden gelmeye ve doğal olmayan bizi kötü hissettiren bir baskı
uygulanıyor. Nasıl görünmemiz gerekitği, ne kadar çalışmamız ve kendimizi ne
kadar geliştirmemiz gerekitği ile ilgili. Bu baskı bizi hiç bir zaman
kendimizden memnun ettirmemeye kararlı. Sadece var olan ve kimseye kötülüğü
dokunmayan normal insanlar olarak kendimizi yetersiz hissetmemize neden olmak
dışında da bir işe yaramıyor. Bizi belki de asla beceremyeceğimiz şeyleri
beceremediğimiz için mutsuz hissettiriyor. Bizi aslında istemediğimiz ama
sadece statüsü gereği bizi daha iyi gösterecek hayaller ve amaçlar uğruna
hayatımızı harcatan bir baskı. Bu amaclara ulaşınca da bizi mutlu etmeyen bir
baskı. İşte tam burada bu yüzden buna karşı gelmek gerekir. Bizi mutlu bile
etmeyen, bizim isteğimiz bile olmayan bir dizi istek, arzu ve hedef uğruna
neden hayatımızı karatalım ki? Bizi mutlu edecek ve yeterli olacaksa en yeni
arabaya, son model telefona sahip olmazsak da olmaz mı zaten? Birini seviyorsak
ve bizi mutlu ediyorsa nasıl görünürse görünsün, hangi işte çalışıyorsa
çalışsın, nerden geliyorsa gelsin ne fark eder ki? Ama her şeyin dışardan
yargılandığı, her şeyin değerinin ekonomik veya statüsü ile ölçüldüğü bir
dünyada, bizi sadece kaygılandıran ve bütün seçimlerimizi sorgulatan, hep daha
fazlasını isteyen ama neden istediğini bile bilmeyen bir insana dönüştüren bu
baskıya bir hayır demek saygın olan tek şey değil midir? Bence bir insan ne
kadar zor olursa olsun buna dur demeyi denemeli ve çevresinde bunlara dur diyen
insanların sayısının artmasına yardımcı olmalı. Yoksa tek başınıza olduğunuz
bir dünyada sadece siz böyle düşünüyorsanız kaygılarınız asla bitmeyecek. Zira
artık Diyojen’in dünyasında yaşamıyoruz.
Şimdi gelelim başlıktaki soruya. Maalesef ben üniversite yıllarımda
çevremde oluşturduğum o steril ve bu düşüncelere kapılmayan son derece saçma
hallerimizi fotoğraflayan grup arkadaşımdan uzaklaştım ve hayata karışınca daha
heterojen bir grup insanla bazı prensiplerde bile anlaşmadan muhatap olmak
zorunda kalıyorum. Zaten bunu yazıyı yazmamın da sebebi bu. Böyle şeyleri
düşünmeyen insanlar olduğunu görünce yaşadığım şok ve verdiğim tepki benim için
gitti can sıkıcı bir hal almaya başladı. Bu yüzden biraz daha içimi başkalarına
dökmek istiyorum. Neden akıntıya kapılmamamız gerektiğini söyledim. Dünyadaki
sorunların temelerinden biri olmasına ve bunun farkında olmamıza rağmen,
estetik algısının biçimlendirildiği, doğal bir gerçeklik olmadığı, insandan
insana, kültürden kültüre, topluluktan topluluğa değişebildiği gerçeğini
bilmemize rağmen, insanların artık fiziki görünüşlerinden hiçbir şekilde tatmin
olmadıkları, kendilerini beğenmeyip başlarına gelen bazı olayları bile artık
buna yorumladıkları, estetik cerrahi operasyonların artık çocuk denecek yaşlara
kadar indiği bir dünyada bir insanın bunları bilerek bu değirmene su taşıması
maalesef saygı duyulmayı bırak tepki gösterilmesi gereken bir durum. Böyle
davranan insanlar sadece kendilerine değil çevrelerine ve genel olara topluma
zarar veriyorlar. Elbette bu verdikleri zararı kötü niyetleri olduğu için
vermiyorlar, sadece değirmene su taşıyorlar. Dışardan görünüşün ve beğeni
sayılarının, üzerinde oynanmış fotoğrafların, belli başlı fiziki parametlerin
biçimlendirdiği bir dünyada, bize yakın veya uzak insanların üzerinde oluşan
baskınbölın, onlarda oluşan kaygının ve onları sürükleyen psikolijik
sıkıntıların da farkına varmamız gerekirken, bu yangına körükle giderek
kendimiz de onları da daha kötü hissettirecek biçimde yaşamaya devam
etmemeliyiz. Hele ki bunun yanlış olduğunu bile bile! Bu yüzden başlıktaki
sorunun cevabı şu: Hayır tek kaygısı estetik kaygı olan birine saygı
gösteremeyiz, hem o kişi için hem diğer insanlar için. Çünkü bu sadece bir
fikir ayrılığı olacak ölçüde küçük bir şey değil. Bu hem o insanı hem de genel
olarak diğer insanları kötü hissettiren ve memnuniyetsizliğe sürükleyen ve
toplumun geneline zarar veren bir düşünce. Herkesin bu kaygılardan uzaklaşması
gerekir. Mükemmel olmayan çizimlerin, düz olmayan çizgilerin de değerlerini
anlamamız ve anlatmamız gerekir.
Kaygısız bir hayat dileğiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder